ÜÇ TOPRAK, BİR TUTSAK

ÜÇ TOPRAK, BİR TUTSAK

Kolonya servisinden sonra kafasını cama dayadı. Usulca yolcuları süzdü. Şoför dâhil tanıdık kimse olmamasına şaşırdı. Kimseye hesap vermeyecek olması içini rahatlattı. Şimdi dışarıya bir parça daha yakındı. Gözleri ile hızla akan kavak ağaçlarını takip etti. Çocukken en sevdiği oyundu bu. Kavakları saymak. Babasıyla kasabadan köyüne dönüş yolunda cam kenarına sokulur, kirli ve buğulu camlara başını yaslardı. Senkronize bir düzende akan kavak ağaçlarını saymak en büyük keyfiydi. Dokuz son sayı olur, sonra yeniden başlardı. Baba kucağında başlayan deliksiz uyku, köye varınca deli İsmail’in minibüsü karşılama çığlıkları ile son bulurdu.

Bozuk satıhta ilerleyen dolmuş sağa sola savruluyor, kafasını cama vurdukça çocukluğunu ve gençlik yıllarını hatırlıyor, anılar hızla akıp gidiyordu. Tıpkı kavak ağaçları gibi. Aradaki tek fark, bu kez oyunu tutmamış, hipnoz olamamıştı. Uyuyamadı. Heyecanına verdi. Dile kolay otuz yıl sonra ilk kez doğup büyüdüğü topraklara kavuşacaktı. 

Camdan akan tek tük ağaçlar yerini yeşile boyanmış topraklara bırakıyor şimdi. Zirvesindeki karların ihtişamından eser kalmamış Hıdır dağı; kış mevsimi ile savaşmaktan yorgun düşmüş, telaşla baharı müjdeliyor sanki. Masmavi gökyüzü, yiğit dağı sarmalamakta asla beis görmüyor, torpil geçiyor kasabanın direğine. Her evin bir yiğidi vardır Anadolu köylerinde. Bağzıbağlı köyünün direği de Hıdır dağıdır. Gökyüzü ve güneşin kadim dostu Hıdır dağı. 

Dolmuş camına gerek duymadan hipnoz oluyor, Anadolu bozkırlarını izlerken kayıp otuz yılın muhasebesini yapıyor. Köyünün direği yiğit Hıdır dağını selamlarken, başını öne eğip utanıyor. Baturbey ailesinin direği olamamış olmanın derin sızısı yüreğini acıtıyor. Yıllardır milyon kez sorduğu soruyu bugün sormak istemiyor artık kendine. “Neden?” Upuzun yıllar bu kelime ile ciğerlerini epey yaktı, artık kavuşma vakti diyor. 

Gençliğinde koca bir koçu kaybettiği tepeliği görünce kalbi sıkıştı. Birkaç dakikaya kalmaz köyüne girecekti.” Deli İsmail” dedi içinden.. Hadi aslanım, eski günlerdeki gibi.. Heyecanına yenik düşmüş, farkında olmadan “dülü dülü dülüüü, geldi dolmuşçu abüüüüü” deyiverdi. Gülümsedi kendi kendine. 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR !  Bir Sanatçı Portresi: UTKU VARLIK

– Deli İsmail öldü..

Sağ yamacından gelen sese döndü. Öldü mü? Şaşkınlığını, üzüntüsünü gösterecek birisi olsa, acımasız otuz yılın sebep olduğu çorak toprak misali kırışmış yüzünde bu ifadeyi bulana aşk olsundu. Dondu kaldı. Daha toprağa ayak basmadan, daha ben geldim ya Bağzıbağlı diye haykıramadan. Toprağa eğilip kokulu öpemeden..

– Deme..

– Hee. Öldü. Sen de öldün ya..

– Kimlerdensin, bilemedim amca?

– Bilsen ne pokuma!! De hele niye döndün?

Motorun homurtulu sesleri eşliğinde dolmuş köye girmişti. Deli İbrahim’in yokluğunun ilk sinyalleri canını sıktı. Yüzü düştü. Birkaç çocuk haricinde dolmuş ile ilgilenen kimse olmadı. Basamaklardan adımını atar atmaz, çocukluğunun unutulmazlarından biri olan çeşme başından gelen tok bir ses ile irkildi.

– Uğursuz gelmiş, bak hele !

Dolmuşta son anda hatırladığı Osman amcadan sonra uzaktan kestiremediği köylünün karşılama seremonisi epey içini yaktı. Toparlandı, evine doğru yürümeye koyuldu. Hanelerin önünden geçtikçe, kadınların kapıları ve perdeleri kapatmalarına aldırmadı. Annesine kavuşma heyecanı yüreğine su serpti. Köyün hiç değişmemiş olmasını yadırgadı. Köyün en sevilen delikanlısının otuz yıl sonra yüzüne tükürülesi bir adama evrilmesini içerledi. Önce sevilip, sonra nefret edilmek duyguları arasındaki bağın, aradan yıllar geçse dahi çelikten bir köprü kadar sağlam olduğunu farketti. Öfke yıllara mağlup olmuyordu. Kahrolası bir mirastı. Var oldukça peşimi bırakmayacak dedi, baba evine varmaya yakınken..

Evinin bahçesi, incir ağacı, babasının derme çatma atölyesi, kardeşi Sinan ile kerpiçten iki göz odada yaşadıkları safiyane çocukluk hatıraları.. Elli üçüne merdiven dayamış, saçları kırlaşmış, ayakta durmakta zorluk çeken bir insanın; aynı anda hissettiği mutluluk ve hüznün, galip gelmek için birbirleri ile yarışan iki afacana benzetti. Gözleri doldu. Kapıyı çaldı. 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR !  İnsanın Arkaik Duruşu

– Hoş geldin !

– Anne, anam..

Sessizlik…

– Anam ben geldim. Memedin geldi. 

– Geç otur. 

Kulakları sağır eden derin sessizlik..

-Ana bişey demicen mi?

– Sen dediydin son sözü.

– Ana bir gençlik hatası. Ben çok çektim ana. Otuz yıl mapus yattım. Ana Bi bakıversen ciğerime. Çürüdü. Çürüdüm anam. Mevzuda haklıydım ana ben!!

– Haklı mısın? Tu Allah belanı kaldıra. Keşke Sinan’ın da bir çürümüş ciğeri oluvereydi. Sarı kuzumun ciğeri ahan da yukarı mezarlığın kıdemli sakinlerinden..Buban da Sinan’ımın peşinden..Kala kaldım yıllarca tek başıma. İki toprak, bir tutsak.. 

Az çok olacakları tahmin ediyordu. Bir parça zamana güvendi. Her şeye ilaç olan zaman. Kim bilir belki de Tamir olabilirdi diye düşündü yıllarca böyle avuttu kendini.. Olmadı. Köyü ve köylüsü için enfeksiyon kapmış bir yaradan başka bir şey olmadığını anladı. Zamanın dahi iyileştiremediği, unutturamadığı ümitsiz bir vaka. Dünya kadar geniş yüreğe sahip bir varlık olan anası tarafından dahi dışlanmak..Mapus devam ediyor Mehmet dedi içinden..

Şimdi, ağır bir yükü çeken, yahut beş dönüm araziyi bellemek için canı çıkan bir çift öküz kadar yorgun bir vaziyette köyün mezarlığına doğru tırmandı. Kardeşi Sinan’ın mezarına gitmek istedi, kanı çekildi, kızardı, utandı. “Sana demiştim it oğlu it, Aysel beni seviyordu. Neden inat ettin ulan? Neden Sinan neden? 

Kasabaya giden yolu daha iyi görmek için Kartal tepesine tırmandı. Kardeşi Sinan ile hesaplaştığı Kartal Tepesi. Bir anlık öfkeden sonra üzerine yapışan, yıllar sonra bile izleri taze olan “kardeş katili damgası” yaftasını içinde sindirmeye çalıştığı sıra rüzgar bir parça daha sertleşti. İçi ürperdi. Kıvrımlı, bol mıcırlı sarımtırak köy yolunu seyre daldı. Kasabaya geri dönen dolmuşu farketti. İçinden saydı. Cam kenarında oturduğunu hayal etti. 7, 8, 9…..01, 02, 03….

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR !  Anneyim Başarmalıyım!

Yüzlerce metreden tarla faresini gören Doğan, sert bir dönüş ile avına pike yaptı. Hıdır dağında sıcak ve soğuk hava it dalaşına giriştiler. Dağı şimdi bir sis bulutu kapladı. Dalaşı kuvvetli olan soğuk hava kazandı. Güçsüzler kaybetmeye mahkumdur. Konu en basitinden hava olsa dahi. Heybetli dağ olup bitenden memnun, ne de olsa köyün direği kendileri. Kara kışın sert rüzgarlarından Bağzıbağlı köyünü koruyan yegane yiğidi. Gökyüzü ve güneşten torpilli. Köyde ikindi vakti yaklaşıyor. Birkaç ihtiyar rotasını camiye çevirmiş ağır ağır yürüyorlar. Kırmızı bir traktör marş bastı. Kara kara bir duman kusuverdi egzoz bacasından. Kırk elli civarı koyun sürüsü köye giriş yapıyor. Ağır hareketlerinden belli, tıkanana kadar otlamış yün yumakları. Bir kadının çığlığı köyün olağanüstü sessizliğini bıçak misali kesiyor. İki saat evvelinden gelen uğursuzun evine şimdi köylüler koşuşturuyor. Evden çıkan dizini dövüyor. Çocuklar hayli korkmuş, annelerinin şalvarlarını sıkıca tutuyorlar. Bir mahkum tepede olan biteni soğuk kanlılıkla izliyor. Evine doğru parmak sallıyor şimdi. “Neden ana neden? Otuz yılımı bir saatte heder ettin. Haklıydım ana ben..” Bir sonraki dolmuşu beklemek için köy meydanına inmek üzere davranıyor. Bağzıbağlı köyünün tarihinde yeni bir sayfa açılıyor. Üç toprak, bir tutsak… 

“İnanmak, doğru olduğuna inandığınız bir fikre bağlanmaktır.”– Deepak Chopra

Konuk Yazarımızın diğer yazıları için https://tanerkoc.blogspot.com/

YAZAR HAKKINDA

Taner KOÇ Taner KOÇ 44 yaşında fotoğraf tutkusuyla çıktığım "Ruhun Rehabilitasyonu" yolculuğuna, 47 yaşında başladığım Blog yazılarım da eklenince huzurdan dört köşeyim. İki güzel kızın babasıyım. Fena aşık olduğum Sunacığımın eşiyim. Perakende sektöründe Pazarlama Md, emekliliğe susamış, 52 yaşında Balıkçı Kasabasına yerleşmeyi her şeyden çok hayal eden bir garibim. Ama görün bakın gerçek olacak. Ve beni takip eden herkesi bahçemde rakı balığa davet edeceğim. Takip etmeyen düşünsün artık :)
Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

10 yorum

  1. WOW!…Muhteşem bir hayal gücü… Yürekten kaleme akan ,okudukça insanin hayranlıkla içine işleyen ,cümleler…Hikâyenin anlamını katlandıran metaforlar… Sevgili Taner Koç,daha önceki iki yazınızı da aynı hayranlıkla okumuş ,zamansızlık pozisyonumdan yorum yazamamıştım ve şimdi tümü için yazarlık başarınızı gurur duyarak yürekten kutluyorum.Devamı dilek ve sevgilerimle…

    • Zeynep öğretmenim, kıymetli yorumunuzu okudum. Onur duydum, çok mutlu oldum. Çok değerli tespitleriniz bundan sonraki yazılarımda beni ziyadesiyle motive edecektir. Eksik olmayınız. Hasretle ellerinizden öperim. Sağlıcakla kalınız..

    • M.Ali bey yürekten teşekkür ediyorum. Sizin gibi kalemi kuvvetli bir yazardan bu yorumu almak mutluluk veriyor. Eksik olmayın.

  2. Hikaye de şimdiyi, geçmişi, gelecegi aynı anda yaşattıgımız bir akışla aktarılmış betimlemeler tıbkı bir film gibi hayatın gözler önündeki akışı gibi olmuş… Çok keyifli okudum sonunun Deepak Chopra ile bitmesi ayrı bir etkiledi.. Ama asıl ilk izlenimde Dar ağacında Üç Fidan kitabı ile Attila İlhan’ın Aysel git başımdan diye devan eden dizeleri aklıma geldi.. Bence herkesin kendinden okuduklarından bir şeyler bulabileceği bir hikaye tüm bunları harmanlamak hiç kolay değil emeğinize sağlık. Sevda için mi her şey? Bir düşünce için mi? İnanmak neye belki istemeden olan bazı olaylar yaşansa geçse bile insan büyüdükçe olgunlaşır sanırız ya bence insan büyümeyen bir çocuk her ne kadar kaçsakta…

  3. “sevindiğim anda sen üzülürsün
    sonbahar uğultusu duymamışsın ki
    içinden bir gemi kalkıp gitmemiş
    uzak yalnızlık limanlarına
    aykırı bir yolcuyum dünya geniş
    büyük bir kulak çınlıyor içimdeki
    çetrefil yolculuğum kesinleşmiş
    sakın başka bir şey getirme aklına
    aysel git başımdan ben sana göre değilim
    ölümüm birden olacak seziyorum
    hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
    aysel git başımdan seni seviyorum”ATTİLA İLHAN çok severim o Atsel bu Aysel gibi hissettim.. Sevda ve inat uğruna kendini tutsak etmek en büyük ölüm aslında.. Yaşarken ölmek mi yoksa haklı olduguna inanıp tüm geçmişi bırakıp yalnız bir yola mı çıkmak? Sorular çok ve herkes bu soruları kendince cevaplar. Benim cevabım her şeye rağnen pişmalık yerine olanı kabul edip yeni bir hayat yaratmayı seçmek çünkü hayat pişmanlıkla geçirilmeyecek kadar değerli…

  4. Insanların değişmesini beklemekte en büyük zaman kaybı herkesin hayattan öğreneceği şeyler farklı çünkü en yakınlarımız bile bizi anlasa anlamasa çok sorun değil Neden? Parmak izlerimiz bile aynı degil buyüzden insan önce kendini değiştirmeli kendine inanmalı..o yol nerede bitiyorsa devam etmeli taki öğrenene kadae.. zaman geri gelmez ve insanlar kolay kolay degişmez. Einstein dediği gibi “önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur”.. Taner Bey inandığınız tüm yollar açık olsun.. Bu hikayeyi okuyan herkesin

    • Şeyma hanım,kıymetli yorumunuz ve çok anlamlı tespitleriniz için çok teşekkür ediyorum. Kitap eleştirmenleri gibi yorumlamışsınız hikayeyi. Çok çok ince detayları irdelemişsiniz. Örnekler ile hikayemi pekiştirmişsiniz. Elleriniz dert görmesin. Ben sizin ve kıymetli ailenizin yeni yılını en içten dileklerimle kutluyor, sağlık ve huzur dolu nice yıllar diliyorum sizlere..
      Sağolunn varolun efenim…

      • Rica ederim menun kalmanıza çok sevindim, sıkmadıysam ne mutlu. Hikayeleri seviyorum ve ne hissettirdiyse onu yazdım hiç sınırlamadan. Bende sizin ve bu yazıyı okuyan herkesin yeni yılını kutluyorum…

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM